80 ihtilalinden birkaç ay sonra İstanbul’da dünyaya geldim. Analog çağın son temsilcilerinden biri olarak İstanbul/Yeşilköy’de büyüdüm. Lise eğitimimin ardından İstanbul Teknik Üniversitesi Fizik Mühendisliği bölümünü kazandım. Hayatımın "bir eli yağda bir eli balda" dönemi kısa sürdü. Kaderin sille ve tokatlarına sırasıyla maruz kalarak başta babam olmak üzere, ailemdeki pek çok akrabamın çeşitli sebeplerle hayata gözlerini yumuşlarına şahit oldum. 25 yaşıma gelmeden hayatıma sekiz cenaze sığdırdım. Attan inip eşekten düşmüş karpuza dönerek üniversiteyle ilişiğimi kesip çalışmaya başladım.

Askere daha geç gitmek için formaliteden üniversite sınavına girdim. Hedefim Açık Öğretimdi. Lakin İstanbul Üniversitesi İşletme bölümünü kazandım. Maddi sıkıntılarıma rağmen bunu ikinci şans olarak görüp eğitim hayatına dönme kararı aldım. Son yıllarımı üstat Cem Karaca’nın "Tamirci Çırağı" misalindeki gibi geçirmemden mütevellit üniversitedeki hovarda gençlere bir türlü uyum sağlayamadım. Okula ancak iki sene dayanabildim ve çalışma hayatına döndüm.

Bilgisayara olan yatkınlığım ve kelimelere olan düşkünlüğüm beni hasbelkader teknoloji basınıyla tanıştırdı. Sektörde karşılaştığım koca yürekli insanlara kısa sürede kendimi sevdirmeyi başardım. Günbegün kalemimi geliştirmeye gayret ettim. Merlin'in Kazanı, Electronic Gaming Monthly ve PC Magazine gibi dergilere, gazetelere ve internet üzerinden yayın yapan kuruluşlara çevirmenlik, yazarlık ve editörlük yaptım.

Uzun süre üniversiteyi boşladığım ve devamsızlıktan kapı dışarı edildiğim için Türk Silahlı Kuvvetleri hatırımı sordu. Elime tutuşturdukları celple Şırnak’ta aldım soluğu. Upuzun dönem asker olarak, 15 ay boyunca bir gün bile çarşıya çıkmadan adeta hapse kapatılmış mahkum gibi geçti günlerim. Boşa geçirdiğim aylar boyu birçok öykü ve roman taslağı hazırladım.

Asker dönüşü iş hayatımın nadasa yattığı bir dönemde elimdeki taslaklardan beş tane öykü ortaya çıkardım. Birbirinden bağımsız beş adet öyküden oluşan "Modern Cinai Öyküler: Sultan Selim'in Ölümü" isimli kitabım 2015 yılında piyasaya sürüldü.

Kalemimden etkilenenler olmuş ki, geri dönüp baktığımda fabrika işliğinden editörlüğe, metin yazarlığına ve yazı işleri müdürlüğüne kadar geldiğimi görüyorum. Şu ana kadar 10 bine yakın haber, bine yakın makale, yirmiden fazla kısa öykü yazdım. Türkiye’nin en büyük video oyun sitesinde genel yayın koordinatörlüğü görevimin ardından bir buçuk yıl boyunca Üsküdar Belediyesi Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğünde içerik danışmanı ve metin yazarı olarak hizmet verdim. Reddedemeyeceğim bir teklifin ardından Fintechtime isimli finansal teknoloji dergisine transfer oldum. An itibarıyla Fintechtime dergisinin ve web sitesinin baş editörü ve çevirmeni olarak görev yapıyorum.

Beğeninize sunduğum Halvet romanım, uzun zamandır bir kenarda bekleyen roman taslaklarım arasından ilk kez yazıya dökülmüş olanı…

Halvet, yaklaşık iki senelik çalışmanın ürünü olan polisiye/gerilim türünde bir roman. Tempolu, sürükleyici, merak uyandırıcı, önceden kestirilemeyen olaylarla bezeli bir kurguya sahip. Polisiye klişelerini yerle bir etmeyi, tempo ve gerilimle de okuyucuyu diken üstünde tutmayı hedeflediğim bir anlatı.

Halvet’i tarif ederken, “Üzerine bir filmin yansıtıldığı, sayfalarının sinema perdesine dönüştüğü kitap” tanımlamasını yapmayı uygun buluyorum. Günümüzde kitap okuma alışkanlığının yerlerde süründüğü hepimizin malumu. Bu yüzden mümkün olduğunca kolay okunabilecek, betimlemeler ve karakter tahlilleriyle okuyucuyu yormayacak, sinema filmleri gibi hızlı ilerleyen, sürükleyici diziler gibi “Şimdi ne olacak?” dedirten bir serüven hazırlamaya çalıştım.

Açık konuşmak gerekirse edebiyatıma ya da meydana getirdiğim karakterlerimin derinliğine değil, yazdığım öykünün ve özellikle de kurgunun sıra dışı olmasına bel bağlıyorum.

Aksiyon, polisiye ve gerilim türlerinden hoşlanan herkese…

Satır aralarında hayatın anlamının gizli olduğu bir kitap değil bu. Aforizmaların ete kemiğe bürünmüş hallerinden oluşan karakterler de yok içerisinde. Alametifarikası, kurgusunun sürükleyici ve merak uyandırıcı olmasında gizli. Tahmin edilemeyen birçok dönüm noktasına ve şaşırtıcı rastlantıya sahip olmasının yanında, peşi sıra sürprizlerin yaşandığı gerilim dolu bir sona neticelenmesiyse en güçlü yanı.

Ülkenin kalburüstü ailelerinden birinin kızı ve cemiyet hayatının önemli isimlerinden biri olan Birce Agâhoğlu kayıptır. Olayı araştırmak için kayıp şahıslar konusunda başarılı ve genç bir memur olan Engin Yurtsever görevlendirilir. Duygusal anlamda hayatının en karmaşık döneminde göreve atanan Engin, elinden geldiğince kişisel meselelerini bir kenara bırakıp soruşturmaya odaklanmaya çalışır, ancak araştırmanın gizli biçimde yürütülme zorunluluğu elini kolunu bağlamaktadır.

Elde edilen kanıtlar ve alınan ifadeler sonunda Agâhoğlu ailesi ile Bab-ı Saadet isimli dergâh arasında bir bağ olduğu ortaya çıkar. Mesele tam çözüldü denilirken, şehrin ücra köşesinde bulunan ve hiç hesapta olmayan bir ceset soruşturmanın seyrini tamamen değiştirir…

Birbirinden ilginç sürprizlerin ardı sıra yaşandığı soruşturma boyunca elde edilen bilgilerin, alınan ifadelerin ve öngörülenlerin doğruluğunun sorgulandığı bir süreç başlar. Gerçek diye bilinenlerin, hatta çıplak gözle görülen en somut kanıtların bile şüpheli olduğuna dair endişeler belirir.

Birce’ye ne olmuştur?

Agâhoğlu ailesi ile Bab-ı Saadet isimli dergâhın nasıl bir bağlantısı bulunmaktadır?

Birce'nin babası neden soruşturmanın gizli yürütülmesini istemiştir?

Bab-ı Saadet cemaatindeki müridin ünlü sima Birce ile ne ilgisi vardır?

Hikâye boyunca oluşan tüm soru işaretleri, gerilimin tavan yaptığı sıra dışı bir sonla cevaplarına kavuşur. Kapalı bir zarfın içinde bulunan, soruşturmanın perde arkasını anlatan ve yaşanan her olayı tüm çıplaklığıyla ortaya seren iki zarfta her şey açıklanmıştır.

Zarflardan birinin üzerinde “Mutlu Son”, diğerinde ise “Gerçek” yazıyordur. Sadece Birce soruşturması için değil, Engin için de hikâyenin sonunun mutlu mu, yoksa hüzünlü mü biteceği bu iki zarftan hangisini seçeceğine bağlıdır.

Zarf açıldıktan sonraysa Engin artık eski Engin olmayacaktır.

Tıpkı diğerleri gibi…

Rauf Ağırbaş: Asayiş Şube Müdürlüğü görevinden ihraç edilmiş eski bir polis. Orta boylu, göbekli, ellili yaşlarda. Alkol bağımlısı. İki kez evlenip boşanmış. Zeki ve hazırcevap. Türk Sanat Müziği müptelası. Geçimsiz, ağzı bozuk, patavatsız, kinci ve ketum. Yeri geldiğinde karşısındakinin gözünün içine baka baka yalan söyleyebilen, sağ gösterip sol vuran, tutarsız biri.

Engin Yurtsever: Asayiş Şube Müdürlüğü’ne bağlı, Kayıp ve Aranan Şahıslar Şubesi’nin geleceği parlak genç memuru. Yirmili yaşlarının ortalarında. Genç ve atletik. Seda isimli bir kızla evlilik hazırlığı içinde. Ne evlilik konusuna, ne de Seda’ya pek sıcak bakmıyor. Ailesini kırmamak için evliliğe karşı gelmiyor ama zihnen son derece kararsız bir dönemde. Büyüklerine ve amirlerine karşı son derece saygılı ve kibar. Genç yaşta büyük başarılar elde edip hızla yükseldiğinden, omuzlarına yüklenen sorumluluklarla baş etmekte güçlük çekiyor.

Müjde Canlı: Kayıp şahısların bulunduğu “Kanlı Canlı” isimli programın sunucusu. Otuzlu yaşlarda. Televizyon programı yapıyor olsa da gerçek mesleği araştırmacı gazetecilik. Ailesi yok. Tek başına yaşıyor. Gelip geçici pek çok ilişki yaşamış ama hiç evlenmemiş. Ne evlilik kurumuna ne de aileye dair inancı yok. Başına buyruk, hırslı, tuttuğunu koparan, gözüne kestirdiğini elde eden, elde etmek için de her türlü fedakârlığa göğüs geren bir kadın.

Malik Agâhoğlu: Ülkenin en büyük ve en güçlü isimlerinden biri olan, emri altında on binlerce insanın çalıştığı Agâhoğlu Holding’in sahibi. Hemen her mevkide sözü geçen tanıdıkları var. Yakın dönemde genç bir mankenle sürpriz evlilik yapmış. Birce ile sürekli çatıştıklarından yeni eşiyle sıklıkla yurt dışına çıkıyor. Gündemindeki en önemli konu İstanbul’un kuzey bölgesinde hayata geçecek olan “Yellow Miracle Residence” projesi…

Birce Agâhoğlu: Malik Agâhoğlu’nun tek kızı. Agâhoğlu Holding’in en büyük varisi. Yirmili yaşlarının sonunda. Aldığı eğitimi hiçe sayıp holding yönetimini de bir kenara bırakarak cemiyet hayatına kendini adamış. Sosyal medyada ve blog sayfalarındaki paylaşımlarıyla gündeme geliyor. Sanat camiasından isimlerle sürekli bir arada. Televizyon ve müzik dünyasından ünlü isimlerle sık sık aşk dedikoduları çıkan hovarda biri.

Seda: Engin’in ailesi tarafından tanıştırıldığı nişanlısı. Edirne’de yaşıyor. Yirmili yaşlarının başında. Ailesine son derece düşkün. Gelenek göreneklere bağlı bir ev kızı. Tek vizyonu evlenip yuva kurmak, boy boy çocuklar yetiştirmek olan biri. Engin’in her an evlilikten vazgeçeceği korkusuyla yaşıyor. Evlilik telaşının içinde boğulduğu, sinirlerinin hassas olduğu bir dönemde.

Mikail Kurtuluş: Bab-ı Saadet cemaatinin üyesi, Şeyh İsmail Sıddık’ın şoförü. Otuzlu yaşlarının başında. Dinine son derece bağlı, katı bir muhafazakâr. Eski bir balıkçı olan babasıyla geçirdikleri tekne kazasından sonra akli melekelerini kısmen kaybetmiş. Kekeme. Büyüklerinin, hocalarının ve özellikle de şeyhinin sözünden çıkmıyor. Dergâhın dış işlerini halletmekle mükellef. Dünyadan elini ayağını çekmiş, ahiretini yapmak için yaşayan bir mümin.

İsmail Sıddık: Bab-ı Saadet isimli dergâhın şeyhi. Tahminen yetmişli yaşlarının sonunda. Üye sayısı yüzleri bulan bir cemaatin yöneticisi konumunda. Dinine bağlı, alçakgönüllü, yol gösterici, ağırbaşlı bir din alimi. Mikail’i koruyup kollayan bir yapısı var. Dergâhın varlığını sürdürebilmesi için varını yoğunu ortaya koyan biri.

Samim Behram: Şeyh İsmail Sıddık’ın sağ kolu. Dergâhta düzenlenen zikirlerin zakiri. Tıpkı cemaatin diğer mensupları gibi dünyadan elini ayağını kesmiş, kendi halinde dinini yaşayan ama aynı zamanda cemaat ile şeyh arasında köprü vazifesi gören bir memur.

Emniyet Müdürü: Malik Agâhoğlu’nun kızının kaybolduğunu açıkladığı ilk ve tek kişi. Ellili yaşlarda. Rauf Ağırbaş ile uzun yıllara dayanan bir hukuku var. Hastalık derecesinde titiz. Emekliliği gelmeden ilçe emniyet müdürlüğünden ötesine ulaşmayı kafaya takmış.

Şefik Aydın: İlçe Emniyet Müdürlüğü Özel Kalem Müdürü. Evrak işleriyle ilgilenen, kendi halinde bir memur. Soruşturmaya hasbelkader dahil olsa da etliye sütlüye karışmak istemeyen, pasif bir mizaca sahip.

Cihan Yücenesil: Dizi oyuncusu. Birce’nin eski erkek arkadaşı. Yirmili yaşlarının sonunda. Adı bir dönem uyuşturucu kullandığı iddialarına karışmış. Yeni bir diziye hazırlanma döneminde.

Sarptuğ Gürbüz: Birce’nin marka danışmanı. Birce’nin şov dünyasında adını daha fazla duyurması için çalışan efemine bir karakter. Zamanının büyük kısmını Birce’yle birlikte geçiriyor.

Berktuğ Gürbüz: Saptuğ’un ağabeyi. Fotoğraf sanatçısı. Ünlü simaların fotoğraflarını, kapak pozlarını çektirdiği ün salmış biri. Birce’nin de çalıştığı bir isim.

Melahat Yüceses: Rauf’un ev sahibesi. Komşularıyla güç birliği yapıp Rauf’u dairesinden attırmak için çalışıyor.

Sezgin Üstündağ: Rauf’un eski dostlarından biri. Dahiliye uzmanı. Geçmişten gelen hukuku dolayısıyla Rauf’a çeşitli konularda yardımcı oluyor.

Çağdaş: Müjde’nin çalıştığı televizyon kanalında genel yayın koordinatörü.

Sarı: İkinci Adres Meyhanesi’nin sahibi. Rauf’un çocukluk arkadaşı.

Müjgan: Müjde’nin annesi. 10 yıl evvel akciğer kanserinden hayata gözlerini yummuş.

Ayfin: Birce’nin cemiyet çevresinden arkadaşlarından biri. Ortadan kaybolmasından evvel onu son görenlerden. Eski manken, yeni assolist.

Müşerref: Agâhoğlu ailesinin tarihi yalısındaki görev yapan, protokol ve iletişim konusunda en deneyimli hizmetli.

Çile kapısını açan bulur nefti karanlığı,
El etek çekerse dünyadan parıldar zümrüt misali.

Günahlara yüz çeviren andırır haki toprağı,
Sıyrıldığında nefsinden nur ile dolar cemali.

Şeriatla yoğrulan bulur tarikat manasını,
Marifetin ilmi ile idrak eder hakikati.

Bab-ı Saadet Dergâhı Kurucusu
Pir Seyyid Sadeddin Mustafa